Türkçe





SİNEMATÜRK 100.RÖPORTAJ-ZAFER PAR

İzlenme 6429

     

    Zafer Par, Türk Edebiyatı'na yüze yakın değerli eserler kazandıran Şair-Yazar Edebiyatçı- Araştırmacı Arif Hikmet Par'ın oğlu olarak 1951 yılında Tekirdağ da dünyaya gelir. 1970 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi öğrenimini yarıda bırakarak "Uğur Film" de Memduh Ün'ün asistanlığı ile sinema serüveni başlar. Yerli-yabancı usta yönetmen ve yapımcılarla yüz elliyi aşkın filmde yönetmen yardımcısı, genel koordinatör olarak çalışır. Türk Sinemasında ilk kez batılı anlamda cast-mekan-iş programı uygulamalarını getiren Par, 1990 yılında "Par Productıons" şirketini kurar.

    1977 Sinema Emekçilerinin "Ankara Yürüyüşü" sonrası kurulan Sine-Sen (Sinema Emekçileri Sendikası)'nın kurucu üyesi, Yön-Sen (Yönetmenler- Senaryo Yazarları- Yardımcı Yönetmenler Derneği) kurucu üyesi, (1978), TFİS (Türkiye Film İşçileri Sendikası-Kurucu Üye-Genel Sekreter),1993-95-96 FİLM-YÖN (Film Yönetmenleri Derneği-Genel Sekreterliği görevlerinde bulunur. SE-SAM, (Sinema Eserleri Sahipleri Meslek Birliği)173 Nolu asil üyesidir.

    1983 Yılında "Badi" filmiyle yönetmenliğe başlar. Dizi, belgesel ve tanıtım filmlerinin yanı sıra 24 de uzun metrajlı filme yönetmen olarak imzasını atan Par, çeşitli branşlarda çok sayıda ödülün sahibi.

    Yapımcısı olduğu ve ilk defa kamera karşısına geçen dört çocuğun oynadığı, sokak çocuklarının kentlerde acımasız koşullarda verdikleri onurlu mücadelelerini konu edilen filminin negatifleri yurtdışına kaçırıldığından sinema salonlarında gösterimi yapılamaz... Kadrosunda "Şöhret"olmadığından olsa gerek TV. kanallarında izlenme şansı bulunmayan "Soğuk Geceler" ile çeşitli festivallerden ve çeşitli branşlardan 19 ödül alarak büyük bir başarı elde eder.

    2001 yılında Ayvalık ilçesinde 1900'lü yıllardan kalma eski bir ev satın alarak restore etti, "DREAM HOUSE" (Düşler-Rüyalar evi) adını verdiği bu evi sinema afişleri, kameralar ve etnoğrafik materyallerle adeta müze ev haline getirdi. Sinemadan hiç kopmayan Zafer Par, sinema adına halen kentte sanatçı kitleleriyle köprüler kurarak 41 yıllık sinema serüvenini, akan film şeritleri karelerinde yer alacak projeler düşünerek, derleyerek üretebilme çabaları içinde...

    Sinema sanatına gönül veren ve birçok üniversitemizin sinema bölümü öğrencileri için 10ar günlük hızlandırılmış kursların ön hazırlıkları ile uğraşan Par, bu projesini en kısa zamanda hayata geçirmek için çabalıyor. 41 yıla sığan filmlerin yapım süreçleri, iş programları ve en can alıcı noktaları konusunda titizlikle sakladığı tüm belgelerle gençlerle buluşacak.

    Özdemir Asaf'ın "Dünyayı kucaklamak istedim, kollarım yetişmedi." dizeleri gibi Zafer Par da kollarının yetiştiği kadar sinemayı kucakladı. "Yapılması adına ne projeler ürettim, bakalım hangilerine zamanım yetecek, önce sağlık" diyor. Evli ve 1976 doğumlu bir kız babası olan Zafer Par "Can Dostum"un da dedesi.

    Yılların sinema emekçisi Zafer Parı daha yakından tanımaya hoş geldiniz...

    Zafer Par: 70li yıllarda ülkenin içinde bulunduğu çalkantı malum... O yıllarda İstanbul Ü. Hukuk Fakültesinde okuyor, aynı zamanda İstanbul Erkek Lisesinde "etüt ağabeyliği" yapıyordum. Çünkü babam Arif Hikmet Par, Irak Kerkük de ilk kez açılan "Türk Kültür Merkezi"nde görevlendirilmişti. En genç etüt ağabeyiydim, sonra başkanları oldum.

    İstanbul Erkek Lisesi yılları güzeldi. Okulun giriş kapısı görevlisi Fahri ağabeyi unutamam. Lise, Cağaloğlu-Fakülte Beyazıtta. Pat Kapalıçarşıdan çıkıverirdik de pat, pat patlar karşılardı bizi, tam siper yerlerdeyiz! Hemen her gün! Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını rahmetle anarım. Koridora girişini, dimdik yürüyüşünü, önümüzden geçişini tek kare kalana kadar izlerdik kızlı, erkekli... Fakültenin 1.sınıf anfisi meşhurdur. Deniz, kürsüye çıkınca ortalık yıkılırdı... O yıllardan küçük bir anıyı da aktarayım.

    "İstanbul Erkek Lisesi Ek Bina Yaptırma Derneği"nin sekreteryasını da üstlenmiş, izinlerle ilgili Ankaraya gitmiştim. Aynı gün İsrail elçisi "Elrom" öldürülmüştü. Otel için en yakın karakoldan konaklama belgesi almam gerektiğini söylediler, gittim. Sen misin giden? İstanbul Hukuk yeterdi onlara. Emniyet Müdürlüğü 8.kat. "Noluyor? İstanbuldan haber geldi mi vb" soracaktım ki başımı uzatmamla suratımın orta yerine müthiş bir kroşe! Nakavt olmadım ama duvara yapıştım. Unutamam...

    Yakup Sancı: Hukuk Fakültesi öğreniminizi yarıda bıraktıracak kadar sizi sinemaya çeken neydi. Neler hayal ediyordunuz?

    Zafer Par: Zor yıllardı... Ve ben iyi bir hukukçu olmak istiyordum. Her on senede bir budanan genç nesiller kuşağına bende dahildim ve budandım. Arkadaşlarımızı yitirdikçe bambaşka duygular yaşadık. Aşk yaşıydı... Aşıktım... Aslısına tutkun Kerem misali...

    Değerli büyüğüm Kadir İnanırın "Lalezara git işe başla" cümlesiyle başladı serüven. Gittim. Set, "Kerem ile Aslı" seti. Yönetmen Orhan Elmas... Bir masada yönetmen Orhan Elmas, senaryo üzerinde çalışıyordu.  Çok disiplinli, sinirli, ne zaman ne yapacağı hiç belli olmazdı. Anlaştık üç filmi. (Kerem ile Aslı-Sevenler Kavuşurmuş, Oyun Bitti) bu üç filmi birlikte çalıştık, daha sonra bırakmadı beni. Ustam 1.Asistan Namık Karakılıç ve ilk senaryoyu ele alışım ve dekorda hasta yatağında Atıf Kaptana ilk sufle verişim ve ilk fırça rahmetliden "koşturma yaa" nerden bileyim, sufleyi hızlı vermişim... Sene 1971, bu fırçayla ilk defa milli olduğum söylendi...

    Yakup Sancı: Sinemamızın önemli yönetmenlerinden biri Memduh hocaya asistan olmak o yıllarda pek kolay olmasa gerek. Siz bunu nasıl başardınız?

    Zafer Par: "Kerem İle Aslı" Uğur Filmin yapımıydı. Orhan  Elmasın asistanıydım artık. Melek filme gittik birlikte "Sevenler Kavuşurmuş" Kartal Tibet, Alev Uğur bu filmden aklımda kalan. Artist olduk bu arada. İlk rolüm. Kartal ağabey yüzbaşı ben teğmen. Ama tek kostüm var! Kartal ağabeyin planları çekiliyor, çıkartıyor kostümü, yıldız eksiltiyoruz kostümden sonra ben giyiyorum, benim planlar çekiliyor. Ardından Erler Filme geçtim "Oyun Bitti" Filiz Akın, Cüneyt Arkın. Yönetmen Orhan Elmas... Uğur Filme dönüş "Battal Gazi" serileri ve diğer yapımlarında çalıştım. Orhan Elmas müthiş disiplinli bir yönetmendi. Tabii en korkulan da Memduh Ündü.

    Yakup Sancı: Hocanız Memduh Ün ile yaptığım bir röportajda kendisine iyi asistanlarının kimler olduğunu sorduğumda sizin de adınızı vermişti. Siz pek çok yönetmenle çalıştınız ama Memduh hocanın sizdeki yeri daha faklı sanırım ne dersiniz?

    Zafer Par: Sağ olsun. Memduh Ün Türk sinemasının en önemli yönetmeni... En iyi yapımcısı... Sanırım Uğur filmde ve Memduh Ün ile en uzun süreli çalışan asistanı benim. 2005 yılında "jübile filmim" diye nitelendirdiği "Sinema Bir Mucizedir" Gaziantepe ilk sinemayı getiren Nakip Alinin 1950li yıllardaki gerçek yaşam öyküsüydü ve ben genel koordinatörlüğünü  üstlenmiştim. Çok anlamlı bir görevdi. Ustamın son filmin de yanındaydım. İyi bir çalışma oldu. "Tokmak" Memduh Ünün çok kullandığı bir sözcüktü... Hani askerde "tokat" yemeyen yoktur derler ya, o hesap. Ben çok dikkatli olacak ve "tokmak" sözcüğünü duymamaya gayret edecektim. Ne mümkün... İlk başlarda oldukça üzülmüştüm. Daha sonraları en çok sevdiği kişilere "söyleri" keşfedince alıştım. Artık Uğur Film ailesindeydim. Askerlik dönüşünde tekrar orada başladım. 1975de evlendiğimde nikah şahitlerim Kadir İnanır, Fatma Girik ve Memduh Ündü. Rahmetli Kadri Yurdatap ağabeyim de vardı. Kadri Yurdatap da Türk Sineması için bir kazançtı. Uğur Film çatısı altında Mine Film şirketi ile o da yapımlar üretiyordu.

    Memduh hocadan şu iki notu aktarmalıyım, özellikle genç sinemacılara. 1. "Yok yoktur". Kabul etmezdi "yok"la kesin gelmeyeceksin karşısına, bulup yaratacaksın. Bu ne demek! "yok bulamadık hocam"! Kolaylığına sığınmayacaksın, yaratacaksın... 2. Tuvalete dahi gittiğinde yanında kağıt kalem mutlak olacak ve devamlı not alacaksın. Takip edeceksin. Unutmayacaksın...

    İlginç izlenimlerimden biri de Memduh Ün, çekilen sahneyi izlemezdi pek. Başı önde sesleri dinler ama birden "stop, şunu-bunu vb doğru yapmadın" derdi. 2012 itibariyle 92 yaşında ve sanırım yaşayan en büyük sinemacı, Allahım sağlıklı nice yıllar nasip eylesin... Bu arada Fatma ablayı anmazsam olmaz. Dünyaya onun karakterinde insanlığında ender insan gelir. 1981 yılının 31 Mayısında Adana-Osmaniye Hemite köyünde (Yaşar Kemalin köyü) "Yılanı Öldürseler"in setinde çok ağır bir trafik kazası geçirmiş ve aylarca Adana Numune Hastanesinde kalmıştım. 10 senelik asistan idim ama İstanbuldan gelmeyen sanatçı kalmamıştı. Fatma Girik bana her sabah paça çorbası getirdi. Onun da hakkını ödeyemem. Rahmetli Mehmet İnanırın ve Yengem Süheyla İnanırın da... Sinemamızın imparatoru sevgili büyüğüm Türker İnanoğlu İngiltereden Adanaya, kolum için özel sargı bezleri getirtirdi. Sanırım rahmetle andığım Mehmet Bozkuş ağabeyden sonra da Erler filmde de en uzun süre çalışan elemandım. Türker ağabeyden de çok şey öğrenmişimdir.

    Şöyle de özetleyebilirim... Yeşilçam ÜniversitesiSinema Bölümünden işin ilmini Memduh Ünden, bilimini de Türker İnanoğlundan öğreniyordum. Ve ben şanslıydım...

    "Para" Tarık Akan, Perihan Savaş, Yalçın Gülhan Yönetmen Memduh Ün. 1.Boğaz köprüsü daha yok sanırım1972 yılı bu filmi çekiyoruz. Sabahları Kabataşda bekliyorum Memduh ağabeyi. Onun BUICK arabasıyla Kanlıcaya sete gidiyorduk... Finali çözemediğini, herkesle paylaştığını ama yine de içine sinmediğini tekrarlıyordu hemen her gün, ben ise dinliyordum hep. Çünkü öğrendiğim en önemli şey "pat" diye fikir beyan etmeyeceksin, fikrini tüm süzgeçlerden geçirip, sağlıklı olduğuna inandığın an söyleyeceksin.

    Çünkü karşındaki insanlar yılların senaryo kurtları... Öncesini, sonrasını, değerlendirmesini o kadar hızlı yapabiliyorlar ki; pat diye atacağın fikir, anında duyacaklarınla çürür ve de finalinde yüzün kızarır ve en önemlisi de bir sonraki yorumun artık korkulur hale gelir. Üretemez konuma düştüğünde de artık fikirleri sorulmaz danışılmaz bir noktaya gelmen de kaçınılmaz olurdu... Ben dinledim, muhakeme ettim... 2-3 gün evde çalıştım hep ürettim ve iki sayfa final yazdım, korkarak ertesi sabah buluştuğumuz da Memduh hocama verdim. "Anlat" demedi, hocam o günün gecesinde eve telefon etmişti? Elim ayağım kesilmişti, yutkunamıyordum sanki. Konuşamıyordum. "Zafer, çok güzel yazmışsın" dedi biraz rahatlamıştım bu sözüyle... O devam etti konuşmasına "Sen yazmışsın, sen çekeceksin, yarın final seti senin" dedi. Buyurun buradan yakın! Cevap veremedim, eh-kem küm ettim telefon kapandı! Bu telefon konuşmasından sonra bana da o geceye de bir hal oldu, gece bitmek bilmedi.

    Mekan, Yenikapı Çakıl Gazinosu karşısı sahil. O gün sete Memduh ağabey gelmedi. Dondurucu bir soğuk vardı. Oyuncular ısınsın anlamında cep kanyak fikri müthiş bir fikirdi! Ben de nasibimi almıştım! Heyecan inanılmazdı, sahneyi çektim. Bu bir özgüvendi ve kazanmıştım ama daha önemlisi vardı... Bir filmin çok önemli bir sahnesini, final sahnesini ustam bana güvenerek teslim etmiş, bana o şansı vermiş, çekebileceğime inanmış ve o gün sete bile gelmemişti. Memduh Ün, dıştan ne kadar sert, korkulur biri gibi görünse de böyle de bir iç güzelliğine sahip ustaydı. Bu gün 92 yaşında... Sağlıklı nice yıllar saygıdeğer büyüğüme...

    Memduh Ün, filmlerinin kurgusunu kendisi yapardı. 1972 -1974 yıllarında İtalyadan montaj masası PREVOST(en iyisi)marka getirtmişti. Bizim stüdyolarımızdaki kurgu yapan arkadaşlarımız gerçekten olağanüstü emekçilerdi, kollu-tamburlu idi masalar, durdurmak istediğinde en az 1-2 metre kayardı, al geri-sar ileri! Yeni gelen makine düğmeli "stop" düğmesine bastığın an tek karede dururdu.

    O günlere ait şu anımı anlatmadan geçemeyeceğim, çünkü alınabilecek en büyük dersti. Ben hep anlatmışımdır genç kardeşlerime... Memduh Hoca, günün sonunda bırakmıştı masayı. Montaj yaparken nasıl kullanılacağını arada anlatıyor, ben de dikkatle takip ediyordum. "Geç masanın başına planları ekle birbiri peşi sıra" dedi. Ödüllerin en büyüğüydü sanki çok sevinmiştim. Geçtim, ekledim ve sabahladım o gece... Ertesi gün kurgu başladığında "Zaferrrr" sesi ve karşı karşıya gelişim. Ne yapmıştım? Öğrendim her 16 karede bir fit numarası olduğunu ve Fatma ablanın en önemli sahnedeki gözünden yaş damlayan kareyi kestiğimi. O karenin 4-5 bin metrelik şutlardan (montaj kopyasından arda kalanlar) taranarak bulunması gerektiğini... O planı üç gün, üç gece aradım. Memduh Ağabey sabah geldiğinde sevinerek Arşimet gibi "buldummm" deyivermiştim. Benim o koca sevincime oralı bile olmamıştı. "Gerek yok, ben hallettim o planı, bir daha bilmediğin işe girişme, sormadan atma" dedi. Kıssadan hisse... Dikkat, Dikkat. Dikkat.

    Özetle, Memduh Ün ve Türker İnanoğlu gibi sinemamızın iki duayeni ile uzun yıllar birlikte çalışmak o dönemlerde gelinebilecek en uç noktaydı ve ben orada, onlarlaydım. Bu şöyle bir duygu: Bir tarafta Warner Bross, diğer tarafta Metro G.Mayer. İki dev firma... Haliyle firmaların projelerinde önemli görevler üstlenmek, piyasaya hakim olmak açısından da önemliydi. Piyasa açısından da önemliydi. Erman  Film (Hürrem Erman)-Akün  Film(İrfan Ünal) Saner Film (Hulki Saner) Alfa-Delta Film (Atıf Yılmaz-Ömer Kavur)Er Film (Berker İnanoğlu) ve Gülşah Film (Selim Soydan) gibi firmaların yapımlarında da çalışma imkanım oluyordu. Günümüzle özdeşleştirirsek hep Süper Ligdeydim. Ve hep orada kaldım.

    Yakup Sancı: Siz de pek çok yönetmenin hocasısınız. Asistanlarınızdan memnun musunuz?

    Zafer Par: Yönetmen-Genel Koordinatör. Bu ikiliyi açtığımızda, Genel Koordinatörlük çok daha öne çıkar ve o alanda sayısız kardeşimle çalışmışımdır, tek tek anımsayamasam da (kimse alınmasın lütfen) Faruk Turgut, Nursen Esenboğa, Oğuz Yalçın, Nihat Durak ve Baran Seyhan öne çıkanlar... Nihat Durak önemli işler yaptı. Faruk Turgut (Gold film), Uzman Film Kadir-Ferit Turgut kardeşlerin en küçüğüydü ve yetişmesini istiyorlardı. Çok şapka attırmıştır bana. (aksilik veya dikkatsizlik olunca, kızgınlığımı şapkamı yere atarak gösterirdim. Zaman zaman da oynardım! Neyi öğrenmiştim Dikkat! Dikkat! Dikkat! Seçkin Yasar, Sevda Aktolga, Nisan Akman kardeşlerle de çalıştık.  Baran da co-productıonlar konusunda uzmanlaştı iyi bir yapımcı oldu.

    Filmin ön hazırlığına "Sofra" derim ben. İmkanların el verdiğince olabilecek en iyi sofrayı kurmak istemişimdir her zaman. Yokluklar içinde çalıştığımız dönemlerin çok yararı olmuştur bana pratik açısından. Özellikle Erler Film döneminde NDR(Kuzey Alman Televizyonu) ile 1980de "Truva-Priamousun Hazinesi "1981de "Sartanovsların Sonu" ve "Altın Yolu" TV filmleri sonrasında 1990 yılında kurduğum PAR PRODUCTIONS şirketimle önemli co productıonlarda, özellikle dünyanın en önemli yönetmenlerinden sayılan Elia Kazanla 1989-1992, üç yıl "Egenin Ötesinde" filmi, ABDli ünlü yapımcı George Lucasın "Young İndiana Jones" (Dünyada 787 milyon izleyicisi olan bir dizi film) vb görev alışım, ki; Dünyanın en önemli sinema dergisi WARIETYde tam sayfa teşekkür (şahsıma ve Par Productıonsa) ilanı vermesi, bir sinemacının alabileceği en önemli, anlamlı bir ödüldü. Meslek hayatımın en verimli günleriydi ve çok şey öğrenmiştim... Bugünden sonra da en büyük zevkim, amacım tüm verileri, bilgileri gençlere aktarmak.

    Yakup Sancı: 70li yıllarda sinema çekmenin zorlukları ve kolaylıkları nelerdi?

    Zafer Par: 70li yılların kale firmaları Uğur Film, Erler Film, Erman Film, Arzu Film ve Akün Filmdi. O günün şartları ve imkanlarını, teknik olanaklarını, finans dönüşlerini bu günle kıyaslayamazsınız. O dönemler sihirbazlık dönemiymiş.

    Adana İşletmesi(Güney ve Güneydoğu Anadolu)İzmir İşletmesi (Ege Bölgesi) Samsun İşletmesi (Karadeniz bölgesi) Ankara İşletmesi (İç Anadolu Bölgesi ve İstanbul İşletmesi (İstanbul-Trakya) gibi  işletmelerin talepleri yapılacak projenin yönetmeni, senaryosu ve oyuncuları konusunda söz sahibiydiler. Çoğunlukla da istekleri karşılanmak zorundaydı. Çünkü film için gerekli senetler işletmelerden geliyordu. Negatif başlı başına bir olaydı, pahalıydı. Star konusu çok önemliydi ve yok denecek kadar azdı. Azlığıysa çok üretken bir dönemin oluşuydu.

    Dönemin Türk Sineması, benzetirsek Lodos-Poyraz-Karayel vb her dönem değişik tür konularla karşılaşırdı. Tarihi filmler, Köy Filmleri, Aşk Filmleri, Şarkıcı-Türkücü Filmleri, Erotik Filmler. Benim yıllara sığan çalışmalarım Aşk filmleri, Tarihi filmler, Şarkıcı Filmleri ile geçti. Tabii zaman zaman biri diğerinin önüne geçti, arkasına düştü, rüzgar misali. İşletmelerden nabız alındıkça tansiyon öylece dengeleniyordu. Neresinden bakılırsa bakılsın özellikler tarihi kostüme filmler başlı başına bir mucizeydi. Günün teknik imkanları, negatif sıkıntısı vb etkenler düşünüldüğünde gerçekten inanılmazlar başarılmıştı.

    "Battal Gazi-Kara Murat-Malkoçoğlu- Tarkan-Karaoğlan" seri filmleri o imkanlar ve kısa sürelerde olacak işler değildi. Bir Natuk Baytan (rahmetle anıyorum) avantürde dünya çapında bir ustaydı. Yabancı prodüksiyon şartlarında çalışmasını, öyle bir imkanının olmasını çok isterdim. Kim bilir neler yapardı. Aradaki farkı yabancı Prodüksiyonlarla çalıştığınız zaman ortaya koyabiliyorsunuz. Arada sıra sıra dağlar var.

    Faal çalıştığım süreçlerde yabancı ekiplerle çok çalıştım.  Öyle ki abartmıyorum, benim ülkemde, çekilen önemli filmlerde onların teknik kadrosuna göre 17 kişinin üstlendiği görevi ben tek başıma yapıyordum. O, co-productionlar bana çok yararlı olmuştur... İşi sevmek çok önemli ve ben işimi hep sevdim... Kısa başlıklarla; Bir kutu negatif 122 metre. Standart bir film 90 dakika. Bir dakika 27 metre..Yapın hesabını. O yıllarda Patron yönetmen olduğunda 45-55 kutu, yönetmen dışarıdan gelirse 30-35 kutu negatif tahsisi.!! Fragman 5-6 X27 metre. Yüksek ASA filmler daha da pahalı, onlardan gıdım gıdım hesaplarla 5-7 kutu (gece sahneleri için),özetle; nerdeyse birebir çekim şansı. Çok prova, tek çekim, az negatif... Negatif israfı konusunda en tehlikeli sahneler tabancalı sahnelerdi! En can alıcı yerde tık ateş almaz. Kes planı...

    Laboratuar seslendirme işlemleri, kopya baskıları ve işletmeler... Bence o günlerin kahramanlarıydılar tüm bu alanda çalışanlar. O kısıtlı imkanlarda çok büyük işler başarmışlardır. Rahmetle analım kaybettiklerimizi, kahramanlarımızı. Dublaj Seslendirmede kısık sesiyle bile mikrofonu gürleten ve Türk sinemasının jönlerinin tümünü seslendiren bir Abdurrahman Palay, Adalet Cimcöz, J.Mahri Tözüm, Toron Karacaoğlu, Sadettin Erbil ve daha niceleri, inanılmazlardı... Set amirleri, setçiler. Yapmadıkları iş yoktu. Erdil Demirbağ, Necip Koçakı ve tüm emekçi kardeşlerimi rahmetle anıyorum.

    Sinema salonlarında kömürlü makineler... "Şşşşşt" ıslıklarıyla "makinist uyuma!" sesleri, oysa kömür bitmiş, yenisi takılacak... Pursantaj memurları... Motorsikletlerle sinemalara yetiştirilen kopyalar, bunu açarsak birinci bobin bir sinemada bittiğinde kopya hemen başa sarılır, at motora ikinci sinemaya, orda bittiğinde üçüncü sinemaya, dön başa al 2.bobini aynı tur! Ham film-pozitif vs kopya pahalı... Bu gün 400 kopya ile vizyona giren filmlerimiz oluyor. Nerden nereye. Sinemalara kaç kişi biletli giriyor, onları tespit edenler... Turnike olan biletler... Uzatmayalım, günümüz şartları nerede, 70li yıllar ve ondan da öncesi büyüklerimizin şartları nerelerde? Tüm olumsuzluklara rağmen günümüzde yüzü aşkın Tv kanalının da öncesinde videokasetlerde izlenen ve hala da tutku ile izlenen yerli filmlerimiz, yukarıda kısaca anlattığım şartlarda özveriyle çekilmiş filmlerimiz değil mi?

    Günümüzde modernleşmenin tüm imkanlarını kullanılarak kotarılan filmlerden ileriye, geçmişini aşan bir oyuncu çıkacak mı? Ayhan Işık, Yılmaz Güney, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Filiz Akınlar, Kadir Savun, Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu, Nubar Terziyan, Hulusi Kentmen, Sadri Alışık, Kemal Sunal ve saymakla bitmeyen niceleri gibi arkalarında bir isim bırakabilecek mi bilinmez.

    Bu günlerden geleceğe kaç kişi kalır, yaşadıkça görülecek. Biz ve bizden önceki kuşaklar imkansızlıklar içinde bir şeyler yapabilmenin tüm koşullarını inanılmaz zorlayarak korkunç pratik kazanmışlar. Öyle ki, büyüklerimizden dinlediklerimizin hepsi onların yokluk içinde pratik zekalarından doğan becerilerdi. Öyle olaylar var ki roman olur. Yoktan var etmişler.

    Yaşamım boyunca çok sorulmuş ve hep bu cevabı vermişimdir. "Türk sinemacıları sahalarında birer kahramandırlar ve çok beceriklidirler. Yabancılardan tek farkımız, onlar "araziyi kendilerine uydururlar, biz ise araziye uyarız". Ülkemiz coğrafyasında kültür hazinesinin inanılmaz zenginliği, 4 mevsimi aynı anda yaşayan bir coğrafya ve sinemanın isteyeceği paha biçilmez dekorların bizim soframızda hep varoluşu, yabancıların da bunu milyon dolarlarla dekor olarak hazırlayışları... Eskiden teknik olanaksızlıklara sığınırdık, günümüzde müthiş teknik olanaklar bizde de mevcut... Haydi o zaman, zaman film çekme zamanı.

    Yakup Sancı: Şerif hoca "Ay Büyürken Uyuyamam"adlı son filmini yaşadığınız beldede Ayvalıkta çekti. Siz de bu filmin yapım koordinatörlüğünü yaptınız. Bu film hem sizlerin hem de izleyicilerin beklentilerinin altında kaldı sanırım. Yolunda gitmeyen neydi?

    Zafer Par:  Ben ev sahipliği yaptım denebilir. Film Çeşme-Alaçatı-Foça mekanları arasında gitti-geldi. Senaryo gereği mekanlar çok iç-içe ve aynı mahalde olması gereği vardı. Yerli Cine- Citta derim Ayvalık-Palabahçe için. İnanılmaz hoş bir mekandır. Yukarıda da söylemiştim ya, yabancı o dekoru milyon dolarlara yapar, yani araziyi senaryonun gereğine uydurur, biz ise doğal Palabahçedeki araziye uyarız. Şerif Hocayı gezdirdik, ikna etmeye çalıştık, denk geldi ve film Ayvalıkta çekildi.

    Dizi dünyasının en sevilen yüzleri ile tanıştı Ayvalık. Film için bir şey diyemeyeceğim. Hoca ne yapmak, ne çekmek istiyorsa onu çekti. Oldu/olmadı. Biz ustamıza gereken ilgi ve yardımı gösterdik. Günün 02.oo/06.oo saatleri arası istirahat edip, diğer saatlerde her yönde koşuşturduk. Masa üstünde Şerif Gören,18 yıl sonrası ilk filmi+TV Dizi dünyasının en beğenilen, öne çıkan oyuncuları +Necati Cumalı+ güzel mekanlar vs. "Gişede büyük iş yapar" düşüncesini getiriyordu. Beklenmeyen oldu. Hüsran... Filmi izleyemedim, çok da önyargılı haksız eleştiriler yapıldığı kanısındayım. Onca maddi kaybın yanında, manevi kayıp da önemli tabii... İzleyemediğimi belirtmiştim, izleyenlerden, yorumlardan edindiğim bilgilerle Şerif Hocanın bunları yapması mümkün değil, "kurgu" konusunda en öne çıkan yönetmenlerimizdendir. Mümkün değil eleştirilerin odağında olmak... Ben neden ve ne olduğunu biliyorum ama hiçbir yerde hoca da dile getirmedi, benim de açıklamam şık olmaz.

    Günün birinde hocaya sorarsanız söyler belki de... Gözlemlediğim kadarıyla yapım ekibinin bu film için oldukça yetersiz oluşuydu. Şerif Gören benim ustamdır. Bir çok filmde o, 1.Asistan ben 2.asistan olarak çalıştık. 1983 yılında ilk yönetmenliğim "Badi" filminin yapımcısı da, yani beni yönetmen yapan da Şerif Hocadır. Biz ustalarımıza "Vefa"yı biliriz, saygı ve sevgimizde kusur etmeyiz. Biz böyle gördük. Çekimler bittiğinde, bizde hep öyle olur, bir hüzün kaplar içimizi. Giderlerken "Eyvallah Zafer, sağol." üç kelime duyamayınca, hüzün, üzüntüye katlandı!.. Sağlık olsun. Ustalar sağ olsun. Biz de sağ oldukça ustalarımıza her daim yardıma hazırız. Dünyanın en güzel doğal sinema Platosu Ayvalıktan ustalara selam olsun. www.zaferpar.com

    Zafer Par hocayla oyunculuk yaptığım dönemlerde iki film de (Ömer Seyfettinin Diyet ve Yalnız Efe) birlikte çalıştık. Kendisi ne istediğini bilen, ekibiyle uyum içinde çalışan sinemamizin degerli bir yönetmeni. Yolunda gitmeyen bir şeylere kızdığında  her zaman  başından hiç çıkarmadığı şapkaya oluyordu. Bir insan sinirliyken nasıl bu kadar sevimli olur görmelisiniz.

    Zafer Par'a Teşekkürler.
    Okumuş olduğunuz bu röportaj aynı zamanda benim sinematürk için yaptiğım 100üncü röportajdı. Bu zamana kadar bizimle birlikte olduğunuz için teşekkür ederiz.

    Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
    Yakup Sancı İletişim: 

     


    Par Objektifinden
    12/06/2018 Gün Ortalama:92  Bugün 7 Ziyaret var  Sitede 1 kişi var  IP:34.207.98.73